Hatice Ananın Anıları 1: Başlarken

0
2493

 

Hatice Ana’nın anılarını paylaşmadan önce;  kısa hayat hikâyesini, yaşantısını, hayat mücadelesini ve yaşadığı ortamı bilmek, anıların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Hatice Ana 1930 yılında Kayseri’nin Felahiye ilçesine bağlı Kuruhüyük köyünde, Hacı Mahmut Pehlivan’ın ilk hanımı Fatma Hanımdan olan, üç erkek bir kız çocuğundan (Arif, Hatice, Hamdi ve Hakkı) , ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir.

Fatma Hanım 1937 yılında vefat eder. Hacı Mahmut Pehlivan 1938 yılında Billur Hanımla ikinci evliliğini yapar. Billur hanımın bir kız çocuğu (Fatma) olur. 1940 yılında Billur Hanım da vefat eder.

Üvey anne Billur Hanımın vefatı ile on yaşında evin ve çocukların sorumluluğu Hatice Ana’nın, üzerine kalır. Kardeşlerine hem analık hem de ablalık eder. Ev işlerinin yükü altında zor günler geçirir. Komşu ve akraba kadınların desteği ile ev işlerin yapmaya çalışır.

Babası onu okula göndermez. Öğrendiği şeylerin çoğunu babasından öğrenmiştir.

Babası Hacı Mahmut, pehlivan olduğu için,  o civarda “pehlivan” olarak bilinir. Civarda yapılan güreşlere davet edilir. Sırtını yere getiren çıkmaz. Dürüst, güvenilir ve yiğit bir delikanlıdır. Kimsenin canında, malında ve namusunda gözü yoktur. Uzun yıllar köy muhtarlığı yapar. Evine gelip giden misafir eksik olmaz. Fazla maddi varlığa sahip değildir. Ancak civarda dürüstlüğü, iyiliği, cömertliği ve pehlivanlığı ile tanınan önemli bir üne sahiptir. Çok güzel sesi vardır. Ezan okuduğunda veya Sala verdiğinde insanlar işini bırakıp onu dinlerlermiş.

Hatice Ana babası ile olan hiç unutamadığı bir anısını söyle anlatır: “ Babam beni çok severdi. Bir defasında evin yakınındaki taşların arasında bulunan kuş yuvasını bana gösterdi. Yuvada kuş yavruları vardı. Kimseye söylememi tembih etti. Babam birkaç gün sonra yanıma geldi ve bana öfke ile” yuvanın yerini birine söyleyip söylemediğimi” sordu. Be de komşunun çocuğuna gösterdiğimi söyledim. Babam bana bit tokat vurdu yere düştüm… Komşu çocuğu yavruların anasını yakaladığı için, yavrular ölmüştü. Babamın kızgınlığı geçince kendisine: “ Baba! Bu yaşıma kadar bana hiç vurmadın, kötü bir söz bile söylemedin… babam tek bir cümle söyledi: “ Kızım! El kapısı var.” Bu sözün ne anlama geldiğini evlenince daha iyi anlayacaktım.”

Hacı Mahmut Pehlivan Nadiye hanımla üçüncü evliliğini yapar. Bu evlilikten üç kız beş erkek   ( Hacı, Rabia, Zübeyde, Zeynep, Mahmut, Erdoğan, Ali ve Mustafa) dünyaya gelir.

Köy halkının gelir kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Köyde buğday, arpa, yulaf ve mercimek yetiştirilir, koyun ve sığır beslenirdi. Kış günlerinde bazı evlerde “Kuruhüyük kilimi” dokunur. Tarhana yemeği çok meşhurdur.

Hatice Ana, annesini ve üvey annesini küçük yaşta kaybettikten sonra yaşadıkları zorlukları anlatırken gözleri nemlenirdi.

Hatice Ana, 1954 yılında görücü usulü ile başlık parası alınarak Durmuş Bey ile evlenir. Bu evliliklerinden beş erkek bir kız çocukları ( Abdurrahman, Hayrullah, Hurşit, Mehmet Emin, Emine ve Hasan ) dünyaya gelir.

Durmuş Bey, çalışkan, dürüst, güvenilir,  kendi işinde gücünde bir adam. Hayatında okula gitme fırsatı olmamış. Kendi imkânları ile okuma yazmayı sonradan öğrenmiş. Hayatında iki şeye çok dikkat etmiş: Kazandığı ve yediği paranın helal olmasına ve başkalarının namusuna göz dikmemeye dikkat etmiş.

O günün şartlarında atları yaylıma götürdüğünde, başkalarının tarlasından ekin yemesin diye atın yularını boğazından çok sıkı olarak tutarmış. Yıllar sonra çalışmak için gittiği Almanya’da Durmuş Beye para verirler. “Ne parası diye sorar?” ,  “ yol parası” denilince, “ben araba ile gitmedim, bisikletim ile gittim” der, parayı kabul etmez.

Yine Almanya’da çalıştığı zaman bir kadın evine gelir. Kadına “ karnın açsa doyurayım, bir isteğin varsa vereyim” der. Kadını yanından kibarca gönderir. Sağlığı yerinde, ailesinden uzun yıllar uzak kalmış bir insanın bu davranışlarını, ben inanıyorum ki Allah ona hayırlı evlatlar vererek ödüllendirmiştir. “Kendi namusundan emin olmak isteyen başkasının namusuna göz dikmesin.” Hadis-i Şerifine dikkat edermiş.

Çocuklarının ona saygıda kusur ettiklerine, onu kıracak bir söz ve davranışta bulunduklarına şahit olan olmamıştır.

Hatice Ana’nın gelin geldiği aile kalabalık ve iş yükü fazladır. Kayınpeder Hasan Dede kabilenin büyüğüdür, kendi odası vardır. Hasan Dedenin misafiri, geleni ve gideni eksik olmaz. Su, köyün dışındaki pınarlardan getirilir. Kışın kar yağışı fazla olur… Hatice Ana babasının “ Kızım! El kapısı var.” Sözünü daha iyi anlar. Kimse ona babasının göz bebeği, çok sevdiği kızı demez. Hayatın zorlukları ile mücadele etmek zorundadır.

1966 yılında Hasan Dede’nin  vefatı ile kardeşler arasında ev, tarlalar ve mallar bölünür. Mallar bölünürken Hatice Ana “İstediğinizi alın ben yuvamı helalinden kurmak istiyorum” der. Hasan Dede’nin ikinci eşi Şekire Ebe de Hatice Ana ile birlikte kalmayı tercih eder. Hatice Ana en büyüğü on en küçüğü bir yaşında bulunan beş çocukla baş başa kalır…

Hatice Ana tarlalardan ve hayvanlardan elde edilen gelirin sadece ailenin geçimini sağladığını anlar ve çareler düşünmeye başlar. Hatice Ana eşini ve Almanya’da işçi olarak çalışan ağabeyini ikna ederek, eşi Durmuş Beyi turist olarak çalışmak üzere Avrupa’ya gönderir.  Avrupa’ya çalışmaya giden Durmuş Bey den yıllarca haber alınamaz. Ailenin bütün yükü Hatice Ana’nın omuzlarındadır.

Hatice Ana köyde çocukları için bir geleceğin olmadığını anlar. Mevcut imkânların kardeşler arasında paylaşılması halinde hepsinin de aç kalacağını anlar. Çocuklarını okutmak ve onların gelecekleri için şehre taşınmaya karar verir. İlkokulu bitiren en büyük oğlu Abdurrahman’ı ortaokulu okumak üzere Kayseri de imam olarak görev yapan kardeşi Hamdi Hoca’nın yanına gönderir. Ertesi yıl ilkokulu bitiren Hayrullah’ı da okula göndermek ister. Kayseri de ikamet eden kız kardeşinin yanında kiralık gecekondu tutar ve oraya gönderir. Hayrullah okuma yerine sanayide meslek edinmeyi tercih eder. Ertesi yıl Hatice Ana aileyi toplayarak Kayseri’ye göç eder.

Avrupa’ya çalışmak için giden Durmuş Bey bir müddet Avusturya’da çalışır. Daha sonra Almanya’ya geçer. Yıllar sonra Almanya’da çalışma izni aldıktan sonra yurda izinli döner. Durmuş Beyin aldığı eve taşınan aile yeni bir hayata başlar.

Hatice Ana çocukları ile hayat mücadelesi verirken imam olarak görev yapan kardeşi Hamdi Hoca düzenli olarak ziyaretlerine gelir. Çocukları okumaya teşvik eder. Onlara nasihatlerde bulunur, yol gösterir…

Hatice Ana yaşantısıyla, davranışlarıyla örnek bir insandı. Sabah erken kalkar, akşama kadar çalışır, akşam mutfak işlerini bitirip çevreyi düzenlemeden yatmazdı. Birilerinin arkasından konuştuğu, hased ettiği, yalan söylediği, birilerine özendiği, başkaları yanında aşağılık kompleksine kapıldığı görülmemiştir.

Çocuklarını dövdüğü, onlara kötü söz söylediği, beddua ettiği görülmemiştir. En kızdığında bile “Allah hayrınızı versin” sözünden başka bir söz söylemezdi. Çocuklarına sık sık nasihatler ederdi. Gördüğü güzel rüyaları, babasından duyduğu peygamber kıssalarını, yaşadığı güzel anılarını anlatırdı. Çocukları için :  “ Allah vatana millete hayırlı hizmetler eden evlatlar olmanızı nasip etsin” diye dua ederdi.

Biri ziyaretine gelse ona hakkı, sabrı ve güzel olan şeyleri tavsiye ederdi. Gördüğü güzel rüyaları anlatırdı. Kanaatkardı, azla ve mevcutla yetinmesini bilirdi. Mecbur kalmadıkça kimseden bir şeyler istemezdi. Evine gelen misafire ikram eder, dilenciyi boş çevirmezdi. Bir gün eve bir dilenci gelir, kapıyı çalar, Hatice Ana verecek bir şey bulamaz, etrafa bakınır. Dilenciyi de boş göndermek istemez. O anda askılıkta asılı bulunan oğlu Hasan’ın yeni aldığı gömleği vererek gönderir. Pişirdiği şeylerden komşularına zaman zaman ikram eder, çocuklara cebinde taşıdığı bozuk paraları ve şekerleri verirdi.

Hatice Ana güzel rüyalar görürdü: Büyük oğlu Abdurrahman okulu bitirmiş, öğretmen olarak atama bekliyordu. Atamanın nereye olacağını merakla bekliyorduk. Hatice Ana bir sabah kalktı, “ Abdurrahman’ın tayini Türkiye’nin ortasına çıkacak, rüyamda gördüm.”, dedi.  İki hafta sonra eve gelen tebligatla atamanın Türkiye’nin ortasına yani Kırşehir’e çıktığını öğrendik.

Yıllar önce, köyde kuraklık olur. Yağmur yağmaz, ekinler büyümez. Köyde yağmur duasına çıkılır. Hatice Ana bu dönemde gördüğü bir rüyasını şöyle anlatır: “ Rüyamda bana “öğle namazında mevlit okunacak, öğleden sonra yağmur yağacak. Küçük çocuğunu da al camiye git” dediler. Uyandım, rüyanın etkisinden kurtulamadım. Evin işlerini görüyorum ama kulağım camide. Öğle üzeri sala verilmeye başlandı, camide mevlit varmış. Abdest aldım, küçük oğluma da abdest aldırdım. Camiye gittik. Caminin kapısında köy muhtarı da olan emmim oğlu Osman vardı. Bana kızdı, “kadınların camide ne işi var evine git” dedi. Eve geldim. Görmüş olduğum rüyanın etkisindeydim. Kendi kendime dedim ki, Ya rabbi! Görmüş olduğum rüya rahmani ise bir sebep olur giderim. Yok eğer şeytani ise gitmem, dedim. Evin avlusunun kapısında bekliyorum. Bir müddet sonra komşumuz Selver abla geldi. Bana “emmim kızı ne bekliyorsun, camide mevlit varmış, gidelim. Hacı Mahmut’un güzel sesini dinleriz”, dedi. Ben de camiye gittiğimizi, ancak kapıdan döndürüldüğümüzü, üstelik çocuğu camiye almayacaklarını söyledim. “Hadi gidelim, ben çocuğu şalıma sararım, görmezler” dedi. Camiye gittiğimizde kapıda kimsecikler yoktu. Mevlidi dinledik. Camiden çıkmadan önce müthiş bir yağmur başlamıştı…”

Hatice Ana hayır dualar ederdi: Kızının doğumunda bulunan ağabeyinin hanımını eli kanlar içinde görünce ona, ” Allah kan olan bu bileklerini altın ile doldursun” diye dua eder. Yıllar sonra “Döne yenge” duanın gerçekleştiğini anlatacaktır.

Bir gün üniversite sınavına girecek olan komşunun amca çocukları Mustafa ve Ahmet hayır duasını almak için ziyaretine gelirler. “ Hacı anne bize dua et sınava gireceğiz” derler. Onlara hayır dua eder. Ahmet’e “sen kazanacaksın” , Mustafa’ya “sen istediğin başarıyı sağlayamayacaksın”  der. Gerçekten de Ahmet başarılı olur ve öğretmen olur. Mustafa istediği başarıyı sağlayamaz.

Bazı şeyleri nasıl bildiğini sorduğumda bana, “ İçime doğuyor” derdi.

Kendisini en huzurlu ve mutlu olduğu anlarını anlatmasını istediğimde bana: “Benim keçi postundan bir seccadem vardı. Onun üzerinde kendimi çok huzurlu hissederdim. Namaz kılarken adeta dünya ile ilişiğim kesilir, kendimi başka bir alemde hissederdim. Seccademde tarifi imkansız bir koku vardı. Bütün dertlerimi Allah’a arz eder ondan yardım isterdim. Adeta Allah’ı görüyormuş gibi ibadet eder, bol bol dua ederdim. Namazım bitip seccademden kalktığımda kendimde bütün zorluklarla mücadele azmi bulur, kendimi huzurlu ve mutlu hissederdim.”

Hatice Ananın 1930 yılında Kayserinin Felahiye ilçesine bağlı Kuruhüyük köyünde başlayan hayat hikayesi, 2016 yılının Ağustos ayında, Kayseri il merkezinde bulunan mütevazi evinde son bulur. Allah makamını cennet eylesin. Allah cennette sevdiklerine komşu eylesin. Amin!

Hatice Ana örnek bir insandı. Bugün onun çocukları ve torunları arasında beş doktor, iki diş hekimi, bir eczacı, bir mimar, altı öğretmen ve öğrenimlerine devam eden öğrenciler bulunmaktadır. Hiçbir çocuğunun veya torununun kötü alışkanlığı yoktur. Hiç kimse onlardan incinmemiştir…

Hatice Ana’nın hayat mücadelesi, yetiştirdiği çocukları, yaşantısı, insanlarla olan ilişkileri, kişiliği, olaylar karşısındaki tutumu…  Gelecek nesillere faydalı olacağı ümidiyle kendisinin de iznini alarak yazmaya karar verdim. Ahirete göçmüş olanları rahmetle ve minnetle anıyorum. Allah makamlarını cennet eylesin. Amin!

Gayret bizden, başarı Allahtan.

Hurşit EKİNCİ