1990 da hayatımıza giren internet, 2015 e gelene kadar büyük bir “gelişme “ göstererek, hayatımızda önemli bir yer işgal etmeye başladı. Sanal alemdeki sosyal ortam insanlar arasındaki iletişimin boyutu yazılı olmaktan çıkıp görsel ve işitsel boyuta girmesiyle ve çok pratikleşmesiyle birlikte yeni bir evreye girmiş oldu.
2015 yılı istatistiklerine göre günde 890 milyon kişi Facebook’a giriş yapmış. Giriş yapanlar 350 milyon fotoğraf eklemiş. Bunun dışında toplam 5 milyar çeşitli içerikler eklenmiş. Marifet iltifata tabidir diyen kullanıcı, yüklediği içeriklerin beğenilip beğenilmediğini bilmek istediği için “like” (beğen) butonunun keşfedilmesiyle 4.5 milyar “like “ butonuna basılmış.
Başlangıçta masum bir amaçla başlayan iletişim, dönüp dolaşıp beğenilme (like) takıntısı haline dönüşmüştür. Artık insanlar ürettiğini göstermekten ziyade göstermek için üretiyorlar. Önemli olan ne paylaştığın değil, ne kadar “likelandığın. “ .Beğenilmek ve onaylanmak adına kendilerine ait olmayan şeyler de değer terazisinden geçirmeden paylaşmaya başlandı. İş öyle bir hale geldi ki artık insanlar normal yaşantılarında göstermediği şeyleri yani mahremlerini yavaş yavaş herkesin beğenisine sunmaya başladılar. Tabi ki işin ucunda “like” var.
İzlemek ve izlenmenin sanal alemdeki karşılığı ise dikizlemek ve dikizlenmektir. İnsanlar genelde izlenmekten ziyade izlemekten hoşlanırlar. Fakat “ Like Kültürünün “ yaygınlaşmasıyla birlikte ,izlenmekten de hoşlanır hale geldiler. İzlenme hastalığına yakalanın kişi artık “like “ sayısını artırmak için olmadık işlerin peşine düşer. En uçuk ve tuhaf şeyleri bile paylaşmaya başlayabilir. Geçirdiği kazadan sonra hastane odasında kendi “selfisini” paylaşan kişinin ,ölmüş dedesinin cesedi ile selfi çeken birinin yanında “like” için hiçbir şansı yoktur. İntiharını sosyal medyada paylaşanlara bile rastlanıyor. ”Like” alabilmek için çılgınlıklar o hale gelmiştir ki; 2015 de köpekbalığı saldırısında ölenlerin sayısı sekiz iken, selfi çekerken ölenlerin sayısı on iki olarak kaydedilmiştir.
Sanal alem kullanıcıları her zaman dürüst değildir. Yani bir kişi kendi gerçek ismini ve fotoğrafını vererek de yer alabilir, sahtesini kullanarak da. Gerçek hayatta pısırık olan bir kişi sanal alemde yedi düvele meydan okuyan birisi olabilir. Gerçek kimliğiyle yapamayacağı veya paylaşamayacağı şeyleri daha rahat paylaşabilmek şizofrenik bir hastalığın belirtisi bile olabilir.
Artık insanlar gerçek hayatta bir araya geldiklerinde, bir birleriyle konuşmak, sohbet etmekten ziyade, telefonlarıyla ortamı çekerek başkalarıyla sanal alemde paylaşıyorlar. Bu, iletişim araçlarının insanlar arasındaki iletişimi ne kadar bozduğunun bir göstergesidir herhalde. Bayram ziyaretlerinde ,bayramlaşma ve el öpme fasılları çabucak geçiriliyor ve hemen sosyal medyaya bulunulan ortamın selfileri gönderilerek “baba annemle bayram keyfi “ mesajları atılıyor. Keyfi kaçan babaannelerin durumu hiç dile getirilmiyor…
Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, kendisiyle yapılan bir röportajda: ”Mahremiyet artık norm değil” diyerek şöyle devam etmiştir:” İnsanlar daha çok ve çeşitli bilgi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar”. İnsanların bu “memnuniyeti” yapılanın doğru / ahlaki olduğunu göstermez.
“Like” kültürünün en tahrik edici yönü mahremiyet alanlarıdır. Mahrem alan dediğimizde ilk aklımıza gelecek olan mekan evimizdir. İnsanın kendisine ait özel mekanının olması ve özel davranışlarını sadece sınırla kişiler arasında tutması, saygı duyulması gereken ve korunması gereken en önemli şeylerdendir. Bunun için evlerin kapısı vardır ve bunun için perdeleri vardır. Evlere selam verilerek ve ev sahibinin izni alınarak kapılarından girilir. Evimizi, mobilyalarımızı, buzdolabımızın içini ,yaptığımız yemekleri teşhir etmek başkalarına karşı hava atmak (kibirlenmek) için bir vesile olabiliyor.(Daha mahrem alanlardan bahsetmiyorum bile…)
“Like” sevdasına açmış olduğumuz evlerimiz ve oradaki en mahrem yerlerimiz, büyük bir bozulmanın işareti olsa gerek. İzlerken gördüğü eşyaları ve yaşam tarzını kendisinde olmadığı için bunalıma girmek işin bir yönü, öyle olmadığı halde kendisini izleyenlere farklı bir şekilde gözükmek durumun vahametinin diğer yönü. İnsanlar beğenilmek adına kendileri gibi görünmüyorlar. Kendilerini başkalarının beğenisine sunuyorlar. Aldıkları beğeni işareti kadar da kendilerine değer veriyorlar. ” Oldukları gibi görünmeyip, göründükleri gibi oluyorlar.”
Var olan iletişim imkanlarını yok saymak veya inkar etmek, yaşanılan sorunlar için çözüm olmaz. Kendimizi, değerlerimize sahip çıkarak, ihtiyacımız ölçüsünde sanal ortamda ifade edebilirsek yozlaşmaya bir nebze olsun engel olabiliriz. Ayrıca, iletişime niçin bu kadar önem verdiğimizin cevabını da bulmamız gerekir.
İzlemek ve izlenmek, bir müslümanın daima şuurunda olması gereken iki durumdur. Bir Müslüman için bütün kainat Allah’ın ayetidir ve onlara derin bir idrakle izleyerek Allah’ın güç ve kudretini orada görür. Çevresindeki olayları takip eder ve oradan ibretlik dersler çıkarır. Bir Müslüman , daima Allah tarafından görüldüğünü/ izlendiğini bilir ve buna göre amellerini düzenler ve O’nu razı etmeye çalışır.
“Görünmeye” değil “olmaya” talip olmak gerekir. Her görünenin içi de dışı gibi olmaya bilir. Fakat her olanın dışı da içi gibidir.
Hasan EKİNCİ