SORUMLULUK BİLİNCİ – Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal

0
1112

Abdullah b. Ömer (r.a.)’in naklettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurdular: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.” (Buhari, Nikah, 91)

Çoban-sürü istiâre (benzetme)siyle sorumluluk bilincinin önemine vurgu yapılan bu hadiste, bir yandan akıllı ve ergen bütün bireylerin sorumluluğuna atıfta bulunulurken, diğer yandan idarecilik ve aile yönetimi gibi başkalarına karşı yükümlülük içeren görevleri üstlenenlerin daha ağır bir mesuliyet taşıdıklarına işaret edilmektedir.

Yerlerin ve göklerin taşımayı kabul etmediği emaneti yüklenen insanoğlu (Ahzab, 72) her şeyden önce Allah’a karşı sorumludur. “Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir” (Müddessir, 38) ayeti gereğince, herkes söz ve eylemlerinin, tutum ve davranışlarının hesabını büyük mahkemede Yüce Yaratıcıya verecektir. “Kendilerine elçi gönderilenleri sorgulayacağımız gibi, gönderilen elçileri de sorgulayacağız” (A’râf, 6) ayeti bu hesaptan peygamberlerin de istisna edilmediğini göstermektedir.

Büyük mahkemedeki hesabı verebilmek için, imtihan dünyasındaki sorumlulukları yerine getirmek gerekir. Bu da insanın başta kendisi, ailesi ve yakınları olmak üzere bütün insanlara ve doğal çevreye karşı üzerine düşen görevleri ifa etmesiyle mümkün olur. Akıl ve irade nasıl insana özgü iki kabiliyetse, bunların sonucu olan sorumluluk bilinci de ona özgüdür. İnsan bu bilinçle diğer canlılardan ayırt edilir. Nasıl davranması gerektiğine bu yolla karar verir. Yaptıklarının sonuçlarına bununla katlanır. Vicdanında söz ve eylemlerinin muhasebesini bu duyguyla yapar. Kendilerine karşı yükümlü olduğu kimselerin hukukunu bu bilinçle korur.

Başkalarına karşı en ağır sorumluluğu taşıyanlar şüphesiz bir toplumun yöneticileridir. Sahip oldukları yetki oranında, idaresiyle yükümlü oldukları kimselerin sorumluluğu da onların omuzlarındadır. Onlar mahkeme-i kübrâ’da kendi hesaplarıyla beraber sorumlu oldukları kişilerden dolayı da hesap vereceklerdir. Onun için Sevgili Peygamberimiz, istenmeden bir göreve talip olmayı uygun bulmamıştır. (Nesâî, Adâbu’l-kudât, 5) Geçmişte, idarî görevlerin manevi mesuliyetini çok iyi bilen bazı İslâm büyükleri, talip olmak bir yana, kendilerine ısrarla teklif edilen görevleri kabul etmemişler, bu uğurda baskılara bile maruz kalmışlardır. Örneğin Hanefî Mezhebi’nin imamı Ebu Hanife, kendisine Bağdat kadılığını öneren Abbasi Halifesi Ebu Cafer el-Mansur’un teklifini, o işe ehil olmadığı gerekçesiyle reddetmiş, kendisine “yalan söylüyorsun” diyen halifeye, “yalan söylüyorsam, yalancı birisi zaten kâdı olamaz, doğru söylüyorsam bu işe ehil olmadığımı ifade ediyorum” diyerek hapse atılmayı göze almıştır. Ebu Hanife’nin yaptığı, görev ve sorumluluktan kaçmak değil, uygun olmayan şart ve ortamda böyle ağır bir görevin vebalini üstlenmekten kaçınmaktır.

Hadiste, ailesinin çobanı olduğu bildirilen baba, aile bireylerinin maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılamak, onları her türlü tehlikeye karşı korumak, çocuklarının iyi yetişmesi için elinden gelen gayreti göstermekle yükümlü ve sorumludur. Her ne kadar bu görevler günümüzde, eşler arasında belli ölçülerde paylaşılmış olsa da, işin ağırlığı yine erkek üzerindedir. O yüzden, bu sorumluluğu yerine getirmeyen kimse için Allah Rasûlü, “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter” (Ebû Davud, Zekat, 45) uyarısında bulunmuştur. Diğer taraftan, “iki kızını ergenlik çağına kadar güzelce yetiştiren kimseyle kıyamette yanyana olacağını” (Müslim, Birr, 46) söyleyen Peygamber Efendimiz, kız çocuklarının hor görüldüğü bir toplumda, onları yetiştirme sorumluluğunu başarıyla yerine getiren ebeveynleri de övmüştür. Ailenin evdeki yükünü büyük ölçüde üzerinde taşıyan anne de, evine sahip çıkmak, çocuklarıyla yakından ilgilenmek, eşiyle beraber huzurlu ve mutlu bir aile ortamının oluşmasına katkı sağlamakla yükümlüdür.

Sorumluluk bilinci konusunda model alacağımız en güzel örnek şüphesiz Sevgili Peygamberimizdir. Ağlayan bir çocuğun annesine vereceği sıkıntıyı düşünerek uzun kıldırmak istediği namazı kısa kesen Allah Rasûlü (Ebû Davud, Salât, 122) sorumluluk duygusunun şaheser bir örneğini vermiştir. Tâif’e vali olarak gönderdiği Osman b. Ebi’l-Âs’a, “ Ya Osman! Namazı hafif kıldır. İnsanları, içlerindeki en zayıfına göre değerlendir. Çünkü onların içinde yaşlı, küçük, hasta, uzakta olan ve ihtiyacı bulunanlar vardır” (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 48) tavsiyesinde bulunarak bu sorumluluk bilincini ashabına da aşılamak istemiş, ayrıca, bir yöneticinin nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını vermiştir.

“Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz…” (Mü’minûn, 62) buyuran Cenâb-ı Hakk’ın murâdına uygun olarak, Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “uyanana kadar uyuyandan, ergenlik çağına kadar çocuktan, iyileşene kadar akıl hastasından sorumluluğun kaldırıldığını” (Ebû Davud, Hudûd, 17) bildirmiştir. Dini akıl sahiblerine teklif eden bir Yaratıcının, aklını kullanamayacak durumda olanları sorumlu tutması düşünülemez. Kullarına her zaman merhametli olan Yüce Allah, şu ayetiyle hem sorumluluğumuzun sınırlarını bize göstermekte hem de acze düştüğümüzde kendisine nasıl sığınmamız gerektiğini öğretmektedir: “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Kişinin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara, 286)

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi