Eğitimde seviyenin artırılması her zaman temel hedeflerden birisi olmuştur. Ülkemizde son yüz yıl içinde diğer konularda olduğu gibi eğitimde de gözler Batıya dikilerek, Batıdan alınan eğitim metotları deneme yanılma yöntemiyle, ne yazık ki bize uyar mı uymaz mı ( doku uyuşmazlığı olur mu, olmaz mı?) diye üzerinde fazla kafa yorulmadan ( kes kopyala yapıştır metoduyla) analiz edilmeden genç nesiller üzerinde denenmiştir. Halen de denenmeye devam etmektedir.
Pavlov, Throndike, Skiner, Piaget, Bruner, Ericson… gibi batılı eğitim kuramcıları ve onların Davranışçı, Duyuşsal, Bilişsel, Nerofizyolojik Temelli… Eğitim Kuramları didik didik edilerek altyapısı ve kültürü bizden farklı olan Batıdan kopyala yapıştır yöntemiyle alınarak uygulamaya konmuştur.
Tarihimize şöyle bir göz attığımızda, ilminden ve irfanından her zaman faydalanabileceğimiz kişiler ya kuru bir nostaljik kahraman olarak ele alınmış yada hiç olmazsa adları unutulmasın diye belirli gün ve haftalar icat edilerek anılmaya çalışılmaktadır. Bunlardan biri de Nasreddin Hoca’dır.
Bir Müslüman Türk bilgesi olan Nasreddin Hoca; 13.yy ‘da yaşamış, sadece Anadolu’da değil, çok daha geniş bir alanda tanınmıştır. İranlılar ve Azeriler Molla Nasreddin olarak tanırlar. Özbekler Nasreddin Efendi ve Kazaklar da Koja Nasreddin olarak tanırlar.
Konu eğitim olunca, Hocanın fıkralarından birinden incileri ve mercanları nasıl toplarız diye düşündük. Mutlaka çok daha kapsamlı benzeri çalışmalar yapılmıştır. Yazımızın boyutunu aşmadan varılan sonuçları paylaşmaya çalışacağız.
Köylüler Cami imamının olmadığı bir Cuma günü Nasreddin Hoca’ya bugün bize vaaz et diye ısrarla rica ederler. Hoca kabul eder ve vaaz etmek için kürsüye çıkar ve “Ey cemaat, bugün size ne anlatacağım biliyor musunuz? “ diye sorar. Cemaat:” hep birlikte hayır, bilmiyoruz” diye cevap verir. Hoca: “Bilmediğiniz şeyi size nasıl anlatabilirim? “ diyerek kürsüden iner. Cemaat bu işten bir şey anlamaz.
Aradan zaman geçer ve ertesi Cuma namazı vakti Hoca cemaatin ısrarı üzerine yine vaaz kürsüsüne çıkar ve :”Ey cemaat, bugün size ne anlatacağımı biliyor musunuz?” diye sorar. Bir önceki Cuma Namazındaki durumu hatırlayan cemaat aynı duruma düşmemek için :”Evet, biliyoruz.” der. Bunun üzerine Hoca :”Bildiğiniz şeyi ben size nasıl anlatabilirim? “der ve kürsüden iner.
Cemaat Nasreddin Hocayı konuşturmak için başka bir karar alırlar ve :” Hoca aynı soruyu sorarsa, yarımız biliyoruz desin ve diğer yarımızda bilmiyoruz desin “ diye aralarında anlaşırlar. Cuma günü geldiğinde Hoca yine cemaatin ısrarı üzerine vaaz kürsüsüne çıkar ve cemaate aynı soruyu sorar: ”Ey cemaat, bugün size ne anlatacağımı biliyor musunuz?” Bu soruya hazırlıklı olan cemaatin yarısı bildiklerini söyler ve diğer yarısı da bilmediklerini söyler. Bunun üzerine Hoca taşı gediğine koyar ve “Bilenler bilmeyenlere anlatsın” der. Vaaz kürsüsünden iner.
Bu fıkrayı okuduğumuzda veya dinlediğimizde ilk aklımıza gelen şey: Hocanın bir şeyler anlatmamak veya kaytarmak için laf cambazlığı yaptığıdır. Oysa burada verilmek istenen mesajlar bu kadar basit değildir.
Hoca İlk defa kürsüye çıktığında “Bilmediğiniz şeyi size nasıl anlatabilirim?” diyen Hoca şunu öğretmek istiyor:
İnsan yeni bir şey öğrenmek için bir yere gidiyorsa, öğreneceği şey hususunda ön bir hazırlığı olmalı ki daha etkili ve kalıcı bilgilere sahip olabilsin. O konunun köküne ,kavramlarına, alanına ve ne fayda sağlayacağına dair bilgilerle donanmış olarak gitmek hem öğreteni yormayacaktır ve hem de öğreneni.
Öğrencinin eski dildeki karşılığı “talebe” dir.Yani talep eden. Bu şu demektir: Kişi bildiği ve değer verdiği şeyi talep eder. Neyi niçin talep ettiğini bilmeyen ya başarısız olur ya da o konuda vasat birisi olur.
İkinci Cuma hutbesinde “Bildiğiniz şeyi ben size nasıl anlatabilirim? diyen Hoca şunu öğretmek istiyor:
Bir şeyi öğrenmek istiyorsanız o konuda ‘ben bunu biliyorum’ ön yargısını üzerinizde taşımamanız gerekir. Dolu olan veya olduğunu zannettiğiniz bardağınızı boşaltmalısınız.
Şöyle ki: Bildiğinizi zanneden kişi o hususta size anlatılanları can kulağıyla dinlemeyecektir ve o konuda satır aralarında geçen fakat bilmediği şeyleri de kolaylıkla atlayacaktır. Neticede bildikleri hep aynı kalacaktır. Oysa yeni öğreniyor gibi can kulağıyla dinlediği konular daha kalıcı olacak ve başarıda beraberinde gelecektir.
Üçüncü Cuma hutbesinde “ Bilenler bilmeyenlere öğretsin “ diyen Hoca şunu söylemek istiyor:
Bilgi insanlığın ortak malıdır. Bilgi kimsenin tekelinde olmamalıdır. Bilen bildiğini o yükü taşıyabilecek herkese aktarmalıdır. Bilgi paylaşıldıkça çoğalır ve insanlara yardım eder.
Bildiğini başkasına aktarmayan kişi ancak kendisindeki bilgiyle diğer insanların üzerinde bir yer veya ayrıcalıklı bir yer edinmek için yapar. Bu ise ahlaki anlamda bir zafiyettir.
Hayatta varlık amacının farkında olmayanlar ancak böyle bir şeye tenezzül ederler.
Hasan Ekinci